HDP’nin kurucu paradigması 1 Kasım’dan sonra da yerli yerinde …

Ertuğrul Kürkçü İrfan Aktan’ın Med Nuçe TV’de yayınlanan “Nasıl Yapmalı” programında 1 Kasım sonrası HDP ve Türkiye’deki siyasal durum ve geleceği yorumladı: “Halkların Demokratik Partisi, DTK, HDK, DBP ve HDP’den oluşan bir faaliyet, temsil alanları çokluğunun parlamentodaki yansısıdır. Kürdistan’ın ve Türkiye’nin bütün özgürlük mücadelelerini aynı alana taşıma temel fikrini taşıyor. Süreç herşeye rağmen bu fikrin doğruluğunu ispatladı. “

1 Kasım seçimlerinde Kürdistan'da her yerde seçmenle sandık arasında asker vardı

1 Kasım seçimlerinde Kürdistan’da her yerde seçmenle sandık arasında asker vardı.

Nasıl yapmalıdan merhaba.

1 Kasım seçimlerinden sonra tartışmalar ve önümüzdeki dönem gündemine dair değerlendirmeler hız kazandı. Özellikle başkanlık sistemi ile ilgili tartışmalar daha ikinci günde başladı. HDP sözcüsü Ayhan Bilgen bir açıklama yaptı. “Başkanlık sistemi dâhil olmak üzere bu önümüzdeki döneme dair kırmızı hiçbir çizgi olmaması gerektiğini ve her şeyin tartışılabilir olduğunu” söyledi ve ekledi. “Bizim tercihimiz ve ısrarımız parlamenter sistemden yana”. Peki HDP’nin önümüzdeki dönem gerek özeleştiri gerek kendi yol haritası nedir, 1 Kasım seçimleri nasıl değerlendiriliyor? HDP onursal başkanı ve İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü konuğumuz, hoş geldiniz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Merhaba hoş bulduk.

İRFAN AKTAN: Önce bu başkanlık rejimi tartışmasıyla başlayalım. Yalçın Akdoğan “başkanlık rejimi bizim için tartışılmazdır -başkanlık sistemi- biz bu konudaki kararlılığımızı sürdürüyoruz” dedi. CHP genel başkan yardımcısı Gürsel Tekin “başkanlık diyorlarsa kapımızın önünden geçmesinler” diye yanıtladı bunu ve Ayhan Bilgen’den az önce anons ettiğim değerlendirme geldi. Siz ne diyorsunuz?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ:

Partiler gerek anayasal gerek siyasal -devletin kuruluşu ya da yeniden kuruluşuna dair- perspektiflerini programlarında ele alıyorlar ve bu program etrafında halka, kendi üyelerine, diğer rakiplerine, politik partilere ve müesses nizama karşı kendilerini ifade ediyorlar. Bizim partimizin programı son derece net, açık. Nasıl Yalçın Akdoğan’ın partisinin bir programı var bizim de partimizin bir programı var

İRFAN AKTAN: Aynı zamanda seçim beyannameleri………

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Seçim beyannamelerimiz var. Yani her somut durumda bize bu soru sorulduğunda ya da böyle bir sorunsal ortaya konduğunda biz kendi pozisyonumuzu açıklamışız. Biz demokratik özerklikler üzerinde yükselen bir demokratik cumhuriyet talep ediyoruz. Var olan tekçi, baskıcı, otoriter, merkeziyetçi rejimin yerine halkın iradesinin yerelden başlayarak merkeze doğru tırmandığı, şekillendiği bir özerklikler toplamı üzerine, bir çokluklar toplamı üzerine [yeni bir düzen] kurmayı hedefliyoruz. Var olan parlamenter rejim bizim için de problematiktir ama var olan parlamenter rejim yürütme erkinin sultası altında noter durumuna düşürülmüş olduğu için bizim eleştirilerimizin kaynağıdır; bizzat kendi kendini yöneten bir toplumun parlamentosu olması gereken bu parlamentonun şimdi devletin noteri durumuna düşürülmüş olmasınadır itirazımız.

İRFAN AKTAN: Yani eğer tek partili iktidar olmasaydı, örneğin AKP öncesi parlamenter sisteme dair sizin yapısına dair eleştirileriniz yok mu?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Öncesinde de sonrasında da daima var. Türkiye’deki temsili rejim aslında yurttaşların iradesini sınırlayan, onları en aşağıdan başlayarak, sınırlayarak gelen bir rejim. Mesele parlamentonun olması ya da olmaması değil bu parlamentonun hangi iradeyi yansıttığı ve katılımı nasıl organize ettiği ile ilgili. Bu katılımcı olmayan bir siyasi rejimin katılımcı olmayan bir parlamentosu. Kendi yetkilerini çok büyük ölçüde yürütmeye devretmiş olduğu bir anayasal rejim içerisinde kendisini düşürdüğü durum budur parlamentonun. Bizim buna itirazlarımız var ama bunun yerine şimdi kadiri mutlak bir sultanın merkeziyetçi ve keyfi bir yönetimini bütün denge ve fren mekanizmalarından boşanmış bir tiranlığı, bir bonapartist bir rejimi tartışmanın bizim için ne değeri olabilir? Bunun yerine bunu konuşmuyoruz herhalde biz. Her bir köyün dahi kendi kendini yönetme kapasitesine sahip olduğu bir yeni demokrasiden söz ediyoruz.

İRFAN AKTAN : Yani dolayısıyla sizin açınızdan başkanlık sistemi tartışılması dahi gerekmeyen bir sistem mi?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Şimdi bu mesele, biz bir münazara kulübü olsaydık her şeyi tartışırdık ama şöyle söyleyeyim. Bizim karşımıza bu bir meydan okuma olarak geldiğinde elbette bununla yüzleşmek, bununla mücadele etmek, tartışmak zorundayız. Fakat bu tartışma şöyle olamaz bence: “Sizin başkanlık rejimini beğenmedik. Bir başkanlık rejimi de biz önerelim, ortasını bulalım,” şeklinde bir tartışma yapmayız. Biz bu başkanlık rejimine itirazlarımızı ifade etmek için, bu tartışma açıldığında ne ise meşru zemini bunun orada kendi posizyonlarımızı ifade ederiz. Bu bir sınıf mücadelesi meselesi. Biz varsaydığımız bir toplumda, varsaydığımız bir devlete erişmek için bugünkü toplumda hareket halinde olan güçlerden bir bölümüne yaslanıyoruz. Adalet ve Kalkınma partisi de başka bir bölümüne yaslanıyor. Bu ikisi arasındaki mücadelenin ifadesini bulduğu alanlardan birisi de “Türkiye nasıl yönetilecektir?” [konusu]. Burada bizim hakim sınıfla, hakim partiyle aramızda bir uzlaşma olması mecburiyeti yok. Biz kendi tezimizi kabul ettiremeyebiliriz, buradan geri düşebiliriz ama bu, öteki tezle bir uzlaşma bulmamız gerektiği anlamına gelmez. Biz o zaman -başkanlık rejimi egemen olursa- başkanlık rejimi altındaki demokratik cumhuriyetçiler olarak mücadelemize devam ederiz.

İRFAN AKTAN: HDP’nin çekirdek tabanı dışında fakat HDP ye destek veren özellikle Kürt milliyetçi kesimlerinden şu tür eleştiriler geliyor. Bu, zaman zaman yazılara yansıyor, zaman zaman çeşitli beyanatlara yahut homurdanmalara. Somut bir, “bu kitle şunu diyor” diyemeyiz ama şöyle bir eleştiri yapılıyor: “HDP niçin AKP ile anlaşmıyor, acaba sol söylem Kürtlerin ayağına pranga mı oluyor” Ne diyorsunuz buna?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Şimdi bu, PKK ile ve Öcalan ile yüzleşemeyenlerin faturayı HDP’ye çıkartma kolaycılığı. Bizim HDP projesi, esasen doğrudan doğruya Öcalan’ın teklifi ve Öcalan’ın ısrarı sonucunda ortaya çıkmış olan ve karşılık bulmuş olan bir proje. Bir proje idi, sonra bu bir parti ve bir programa dönüştü. Dolayısıyla bunun berisinde, bu programın berisinde duran güçler arasında Türkiye Solu ya da Türkiye’nin Sosyalist Solu oldukça geridedir nüfus olarak ve nüfuz olarak. Bu esasen Kürdistan İşçi Partisinin de benimsediği ve pek çok düzlemden oluşan bir ortak hareket planının bir parçasıdır. Demokratik Toplum Kongresi, Halkların Demokratik Kongresi, Demokratik Bölgeler Partisi ve HDP’den oluşan bir faaliyet [ve] temsil alanları çokluğunun parlamentodaki yankısıdır. ve gerisinde Kürdistan’ın bütün özgürlük mücadelelerini ve Türkiye’nin bütün özgürlük mücadelelerini aynı alana taşıma temel fikrini taşıyor. Öcalan’ın paradigması denilen şey budur. Şimdi mesele şu: Öcalan’ın bu paradigması ile harbiden, saklanmadan hiçbir şeyin arkasına, tartışılacak mı yoksa dönülüp alelade gündelik uzlaşmalar içerisinden bakılarak işte “sol ve AKP” diye bir tartışmanın içine mi hapsedilecek. Şimdi bir programdan söz ettik. Siz eğer neo-liberal bir iktisat politikasına karşı kamucu ve halkçı bir iktisat politikası öneriyorsanız AKP ile çatışacaksınız. Siz eğer zenginlerin hakimiyeti değil yoksulların kurtuluşu diye bir program yürütüyorsanız bu zenginlerin sözü olan partiyle karşı karşıya geleceksiniz. Siz eğer Türkiye’de bütün kimliklere özgürlük ve eşit temsil diye bir programın takipçisi iseniz “tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek millet” diye konuşan bir partinin karşısında kendinizin çoğulcu, özgürlükçü, ademi merkeziyetçi programınızı savunacaksınız. Şimdi o zaman sormak lazım. Bu nasıl bir Kürt milliyetçiliğidir ki, Türk milliyetçiliğinin bütün devlet reflekslerini ve programını devralmış olan bir partiyle kendi arasında bir uzlaşma, bir mutabakat bulur, arar. Şimdi bunu Kürdistan Federal Bölge yönetimi Irak’ta bunu yapabilir. Onlar çünkü bir siyasi entiteler ve bütün devletlerle, bütün hükümetlerle kendilerine göre ilişkiler kurabilirler. İçerideki politikalarının mutlaka bu politikaya yansıması gerekmez. Tıpkı öteki devletler gibidirler. Şimdi bu devletler Adalet ve Kalkınma Partisiyle devletten devlete bir ilişki kurabilir. Bu başka bir şeydir ama bu bizim ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin Türkiye’deki sürece yaklaşımı, bakışı HDP programında ifadesini bulan şey Türkiye’nin bugünkü mevcut sınırları dahilinde yaşayan Kürt Halkının, Kürt milletinin kendi kaderini tayin bakımından bunu Türkiye’de bir yeni demokratik cumhuriyet içerisinde yapacağına dair bir öngörüdür. Şimdi bu öngörüyü beğenmiyorsanız bu öngörü ile tartışırsınız. Bu makul bir tartışmadır. Fakat bu öngörü hakkında ne dediğinizi söylemeden “HDP AKP ile niye anlaşmıyor” diye topa girdiğiniz zaman bu HDP’yi manasızlaştırır çünkü HDP bir program etrafında toplandı. Bu eleştiri sahipleri HDP’nin bu programını benimsemiyorlarsa, HDP’nin üyesi değillerse, HDP’nin davasına ortak değillerse olsa olsa bu dışarıdan bir eleştiri olabilir. Bunu da o şekliyle dinleriz.

İRFAN AKTAN: HDP’nin kendisinde böyle bir tartışma yok mu?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: HDP’nin içinde böyle bir tartışma yok, böyle bir tartışma yaşamıyoruz.

İrfan AKTAN: Şu anda özellikle 24 Temmuzdan itibaren Kürdistan’da yaşanan, Cizre’den, Varto’dan başlayıp Yüksekova, Cizre, Silvan gibi muhtelif ilçelerde, şehirlerde savaş koşulları insanlarda şöyle bir tartışma yaratıyor bazı kesimlerde. Tam barışı yakalamışken biz, eğer HDP uzlaşsaydı, “seni başkan yaptırmayacağız” demeseydi bu noktaya gelmeyecektik, gelmeyebilirdik. Böyle de bir değerlendirme dediğim gibi HDP’nin esas tabanında yapılmıyor olsa da özellikle Kürt orta üst sınıfı 1 Kasımda HDP’ye oy vermekten vazgeçenlerin haleti ruhiyesi galiba.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Böyle naiv görüşler var. Siyasi süreçlere, doğal süreçlere, toplumsal süreçlere böyle yaklaşan insanlar olur. Fakat biz bunlara sahici bir anlam yüklemiyoruz. İşte “güneş tutuldu sonra deprem oldu demek ki, güneş tutulduğu için deprem oldu” diye inanan çok insan var ya da “hava çok sıcaktı bu sıcaktan sonra deprem geldi, demek ki hava sıcaklığı ile deprem arasında bir ilişki var.” böyle düşünür insanlar. Ama bilim insanları böyle düşünmez. Jeofizikçiler ya da gökbilimciler olaylara böyle yaklaşmaz.

İRFAN AKTAN: Ama siyaset biliminden söz ediyoruz ve bir iktidar çatışması…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Siyaset bilimi de aynen bu yolu izler. Nesnel, maddi süreçler arasında ilişki kurar. Halkların Demokratik Partisi ne zaman Tayyip Erdoğan’ın pozisyonlarına dahildi, o pozisyonlar üzerinden siyaset kuruyordu, o pozisyonlar üzerinden gidiyordu da ayrıldığı için bütün bunlar başına geldi. Hiç böyle bir şey olmadı. Halkların Demokratik Partisi kurulduğu günden beri Tayyip Erdoğan rejimini net olarak eleştiriyor. İkincisi, başkanlık rejimine karşıtlığını -demin program itibariyle konuştuk- her somut durumda ortaya koymuş bir parti. Öte yandan Tayyip Erdoğan’ın “artık barış ve müzakere süreci rafa kalkmıştır, böyle bir süreç yoktur, tanımıyorum, Dolmabahçe mutabakatını tanımıyorum” demesi bizim bu deklarasyonu yapmamızdan önceydi, sonra değildi.

İRFAN AKTAN: Seni başkan yaptırmayacağız…..

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Bütün bunlardan önce yapıldı. Yani önce Tayyip Erdoğan bu süreçten çözüm ve müzakere sürecinden hiçbir kazancı olmadığını, bunun öte yandan Kürt halkını örgütlü ve kendine güvenen bir topluluk haline getirerek kendi kaderini tayin bakımından kendine bir politik alan yarattığını görünce bu sefer milliyetçi zemine doğru, devlet zeminine doğru son derece hızlı bir dönüş yaptı ve saldırıyı başlattı, birinci nokta bu. İkinci nokta şu: PKK ile devletin güvenlik güçleri arasında ya da PKK ile AKP arasındaki çatışmanın hiç sanki olmadığını, aslında 2013 Mart’ından başlayarak ortaya konulan çatışmasızlık çerçevesine devletin hiçbir şekilde uymadığını, bunun için PKK’nin geri çekilişini durdurduğunu, bütün bu nedenlerle Kürdistan kırsalında hatta kentlerinde devletle PKK’nin burun buruna, göz mesafesine geldiğini, bunun bir çatışmaya yol açacağı konusunda son derece açık belirtiler olduğunu niye unutuyoruz? Sonuçta…

İrfan AKTAN:Aslında bunu sormak istiyorum. Niye unutuluyor peki?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Ben işte bu alelade gündelik siyasetin diliyle demin konuştuğumuz şeye geleceğim. Ya da şöyle söyleyeyim. Siz dersiniz ki sıradan bir insan olarak. “Güneş doğuyor, güneş batıyor.” Güneş doğmaz ve batmaz. Dünya güneş etrafında döner. İlişki budur. Burada da onun gibi “HDP böyle dedi ondan oldu”. “Hayır” öyle olmadı. HDP bu çatışmanın üzerinde siyaset kurmaya, bu çatışmayı yönetmeye, bu çatışmadan çıkmayı yönetmeye çalışıyordu. Çatışan güçler birbiriyle karşı karşıya gelip yeniden çarpışmaya başlayınca HDP’nin durumu değişti Türkiye siyaseti yeniden değişti.

İRFAN AKTAN: 1 Kasımdan sonra HDP her ne kadar barajı aşsa da AKP radikal bir çıkışla oy kazandı ve seçimlerden hemen sonra operasyonlar tekrar başladı. Dolayısıyla çatışan tarafların önümüzdeki dönemde de KCK’den yapılan değerlendirmeler de o yönde. Çatışmaların özellikle devletin operasyonlarını sürdüreleceği öngörüsü söz konusu, böyle bir durumda HDP’nin etkinlik alanını arttırabileceği koşullar var mı? Örneğin CHP ile ve diğer muhalif güçler ile bir barış bloğu kurmak yahut kendi çatışan tarafları çatışmasızlığa ikna edecek bir siyasi hamle yapma kabiliyetine haiz mi?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Buraya gelmeden başlangıçta bir sözünü etmiştiniz özeleştiri ve benzeri durumlardan. Belki bir özeleştiri ihtiyacı şu noktada var. Bütün bu gelişme böylesine iki büyük kamyonun aynı yol üzerinde, tek şeritli yol üzerinde birbirine yaklaşması gibi sürdüğü sırada belki de bu gelişmeyi önceden görüp buna müdahale edecek bir yol aramak var iken bu konuyu uzaktan yorumlamak ya da bununla ilgili çeşitli beyanatlarda bulunmanın ötesine geçmemek bir eksiklik olabilir. HDP’de belki de -tabi ki şimdi geriye dönüp bakıyoruz- bütün bu enformasyonun partinin bütün birimlerine hatta liderliğine birebir akmadığını, bazı pek çok şey olduktan sonra idrak ettiğimizi de akılda tutalım ama…………..

İRFAN AKTAN-Ne gibi pek çok şey?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ – Mesela öz yönetim ilanları -bunlar arada oldu gerçi,7 Haziran öncesini konuşuyoruz şimdi de- 7 Haziran ile 1 Kasım arasında bu öz yönetim ilanlarının ne manaya geleceği, bunların ne kadar bir alanı kapsayacağı, bunun bir deklarasyondan mı ibaret yoksa bir iddianın somutlaşması mı olduğu konusunda Halkların Demokratik Partisinin merkez kurullarının hiçbir malumatı yoktu. Bence yerelin de malumatı yeterince yoktu. Zaten onlar çıktı ortaya şimdi. Böyle olunca tabii neye, ne zaman müdahale edeceğiniz konusunda hem derin bir sezginiz buradan çıkartılan ders de, hem de daima teyakkuz halinde olmanız olan biteni araştırmayı hiç elden bırakmamanız gerekiyor.

İRFAN AKTAN– Bu arada bir dip not. Öz yönetimlerin ilan edildiği bölgelerde HDP’nin oylarını koruduğu hatta arttırdığı söyleniyor ve bunun üzerinden de şöyle bir değerlendirme yapılıyor: “Öz yönetim ilanları HDP’ye oy kaybettiren bir unsur değildir. Buna mukabil evet ilan edilen yerlerde halk desteği oldu” çünkü daha alt sınıf ve bu mücadelenin temel öznelerinden ama periferiye, etrafa, kente negatif bir tesiri olduğu değerlendirmesi var. Bu dip not olarak önemli konu, bunu da bir izah ederseniz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Kaldığımız yeri unutmadan bundan da konuşayım. Buradan mefhumu muhalifinden [hareketle] insan şu görüşe de varabilir buradan hareket ettiğin zaman. “Demek ki Amed’in her sokağına barikat kursaymışız oylarımız düşmeyecek yükselecekmiş” sonucuna da varılabilir. Her şey yerinde geçerli. Evet bu ölçekte sürüp giden mücadeleler bakımından bu bir olumsuz sonuç yaratmamış olabilir ama bir bütün olarak, ortaya çıkan yani çatışmasızlığa angaje olmuş olan bir büyük toplumun, milyonların gözünde apansız doğan ve sebebini tam kestiremedikleri bir çatışma ancak onlara endişe, korku bir belirsizlik duygusu olarak geri dönüyor. Bu da [onları] belirsizliğin merkezinde gördükleri güçle ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye zorluyor. Evet burada bir sınıf davranışı var fakat bunun hakikaten bir analize ihtiyacı var. Mesela diyelim ki ta İzmir’e kadar gelen bir etkiden söz ediyoruz. İzmir’de de bizim oylarımızda bir eksilme oldu. Ne barikat kazıldı, ne de çatışma oraya geldi. Hatta şehit cenazesi bile seyrek geldi İzmir’e ama orada da insanlar bir miktar oylarını esirgediler. Ama bunların hepsi yoksul, fukara mahallelerde yaşayan fukara insanlardı. Yani onlar orta sınıf değillerdi. Bunları otomatik olarak hemen böyle söylemek, analiz etmek bence o kadar doğru değil. Biraz daha bunu anlamaya çalışmamız lazım. Ama şuraya döneyim ben: Gene de bizim [için] çok net bir şey Halkların Demokratik Partisinin, ve Halkların Demokratik Kongresinin gelişeceği iklim, çatışmasızlık iklimi. Çatışma ikliminde biz gelişemiyoruz. Şöyle söyleyeyim: Her şey Halkların Demokratik Partisinin gelişmesine de bağlı değildir. Bu son derece kompleks bir mücadele. Hangi unsurun, ne zaman, nasıl geliştiğinin bütün gelişmeye etkisini ancak daha uzun bir değerlendirmeden sonra görebilirsiniz. Örnek: DEP, HEP baştan yeterince bir türlü gelişemedi ama gerilla mücadelesi çok büyük bir hızla gelişti. O zaman da bunlar bir kayıp olarak görülüyordu ama sonuçta gelişen gerilla mücadelesinin toplam etkisi yaygın bir politik hareketin filizlenmesine yardımcı oldu. Dolayısıyla şöyle diyemeyiz her zaman: “Bizim gelişmemiz esastır, gerilla dursun.” Bence bunları bu rahatlıkla hiç kimse söyleyemez. Fakat şöyle bir başka şey var: 5 milyon, 6 milyon seçmene ulaşmış olan bir parti artık 1 milyon, 2 milyon çekirdek seçmenden destek gören bir bölge partisinden çok daha başka bir şeydir. Bunun nasıl gelişeceğine artık itina etmek zorundasınız. “Hadi kapat, hadi aç” diyerek açıp kapatamayacağınız, etrafında sempatiler, ideolojiler, aidiyetler oluşmuş olan bir partiden söz ediyoruz. O yüzden bu partinin içinde gelişeceği iklime özen göstermek gerekirdi. HDP’nin bütün bu çatışma ikliminden nasıl etkileneceği konusunu bence PKK dikkate almalıydı, ciddiye almalıydı ve özellikle iki seçim arasını daha büyük bir özenle değerlendirmeliydi.

İRFAN AKTAN– Şimdi buna da bir yanıt var aslında. 24 Temmuzda aslında Suruç ile birlikte daha da ötesi ve hatta 5 Haziran HDP’nin Diyarbakır mitingine yönelik saldırı ardından Adana, Mersin bombalamaları ve gelişen çatışmalar. HDP “size savaş yaptırmayacağız” dedi. Ama belli ki iktidarın buna niyeti vardı ve savaştı. Dolayısıyla da Kürt Hareketi, PKK özellikle şunu söylüyor : “Biz kendimizi savunmaya çalıştık.” Bir öz savunmadan söz ediliyor yani demek istediğim şey şu. Savaş yaptırılmayabilir miydi iktidara?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ-Şimdi şöyle, savaşı nasıl karşılayacağınız, bütün bunların hepsinin, savaşmanın da bin bir biçimi var. Geri çekilmek de bir savaş taktiğidir, saldırmak da bir savaş taktiğidir; şehir gerillası da bir savaş taktiğidir, kır gerillası da bir savaş taktiğidir, sonuçta kitlesel serhildanlar da bir savaş taktiğidir; ne diyelim, pasif açlık grevleri de bir savaş taktiğidir. Savaşın bin bir biçimi var. Şimdi o nedenle ben şuna dikkat çekmek istiyorum. Ben, hangi taktik kullanılırsa “iyi olurdu”yu da tartışmıyorum. Benim tartıştığım şey, siyasi etkileri bakımından iki seçim arasında yani 7 Haziran ile 1 Kasım arasında takip edilecek askeri stratejinin bu olmaması gerektiği çıkıyor ortaya. Sonuç olarak başka bir askeri strateji pekalâ benimsenebilirdi, karşı konulabilirdi. Önemli olan bu eldeki sonuç -HDP açısından baktığımızda eldeki sonuç bu. Gelişkin bir kitlesel politik yapı haline gelmiş olan ve artık bana sorarsanız vazgeçilmez hale gelmiş olan bu yapının özenle korunması ve bunun siyasi başarısını güvence altına alacak taktikler pekalâ özenle izlenebilirdi. Ben o açıdan burada yeterince bu gelişmenin değerlendirilmediğini, gözden kaçtığını düşünüyorum. İkincisi, bölgesel bir bakış içerisinde Türkiye’deki gelişmelere yaklaşım. Rojava olsun, Bakur olsun, Başur olsun, Rojhilat olsun bunların dördü içerisinden bakışta buranın önemi başka türlü görünmüş olabilir. Bunların hepsi değerlendirme ile çıkacak ama sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Eldeki sonuç somuttur. Bu sonucun bizim açımızdan en büyük önemi partiye yaklaşmış olan Kürt kitlelerinin bir bölümünün şimdi partiden uzaklaşmış olması. Biz onların yaklaşmasını istiyor muyduk? İstiyorduk. Onların uzaklaşması bizim için sorun mu? “Sorun.” O zaman bu sorunu layıkıyla tartışmamız lazım. Neye tepki gösterdiler? Şimdi bunlara tahlil değeri yüklemiyorum ama Nurcan Baysal’ın T24’de halkla yaptığı söyleşiler var. Hemen sıcağı sıcağına Sur’a gitmiş, konuşmuş insanlarla. Diyor ki yaşlı bir esnaf ve etrafında başkaları. “Yani ne bilelim vermezsek öldürür” diye korktuk diyor. Şimdi bence bütün mesele insanların kendilerini güvensiz hissetmelerine yol açacak durumlardır. Bir diktatörlük, bir zalim rejim, bir tiranlık, bir faşist rejim her zaman böyle yapar. Askeri mücadele ile başa çıkamadığında sivilleri kendisine hedef seçer ve intikamını onlardan alır. Dağlıca sonrası HDP’nin yaşadığı durumu gözümüzün önüne getirelim. [Rejim] bu bedeli HDP’ye ödetti ve şu an aslında halkların gözünde HDP’nin bir özerk yapı olduğuna dair çeşitli sorular var. Bu iyidir ya da kötüdür diye de konuşmuyorum ama buna HDP karar vermedi. Dağlıca’ya saldırıldığı zaman ortaya çıkacak olan sonuçların ne olacağını HDP birlikte kararlaştırmadı. Bu yüzden madem ki durum böyledir o zaman bütün bunları sadece bölgedeki değil, sadece öz yönetim ilan edilen yerlerdeki etkisi bakımından değil toplam etkisi [içinde değerlendirmeliyiz.] Türkiye’nin tamamında madem siyaset yürütüyoruz ve diyoruz ki “biz bir ortak vatan ve ortak gelecek inşa edeceğiz” şimdi HDP bu manada -ve PKK de- “Kürdistani” bir strateji izlemiyor bir ortaklık stratejisi izliyor. O zaman bu ortaklık stratejisinin ben yeterince bu taktikte yansımadığını söylemek isterim.

İRFAN AKTAN-Peki siz söylediniz HDP çatışmasız ortamda gelişebilecek bir….

ERTUĞRUL KÜRKCÜ-Daha iyi gelişebilecek.

İRFAN AKTAN-Daha iyi gelişebilecek bir parti. Önümüzdeki dönem herhalde çok sütliman olmayacak gibi görünüyor. Bu da HDP’nin ve genel olarak HDP projesinin daha fazla darbe alacağı anlamına geliyor mu, böyle bir endişe taşıyor musunuz?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ– HDP’yi izole etmek, yalıtmak AKP’nin temel meselesi. Şu an bakın bütün basın yayın, medya, psikolojik savaş yapıları, üniversiteler hatta bunların anaforuna kendisini kaptırmış olan entelejansiyaya bakın hepsi HDP’nin izole edilmesi ile ilgililer. Bütün sorumlulukları HDP’ye yükleyip, HDP’yi ayaklar altına alıp onu parçalama yönünde son derece ciddi bir saldırı var. Dolayısıyla herkes ve her şey sanki HDP’ye endekslenmiş gibi. Tabi bu bizim açımızdan bir kere önce bir örgütsel tartışma demektir. Biz örgütümüzü, politik hattımızı sağlamlaştırıp bütün bu fırtınalara dayanıklı hale getireceğiz. Benim açımdan şudur, ben şöyle bakıyorum: Yüzde 11 çok iyi bir sonuçtur. Ben başkaları gibi düşünmüyorum. Yüzde 11 oy -10.8, işte 11 diyebiliriz buna- bu 5 milyon insan bu hengameye, bütün bu yanıltma kampanyasına, bütün bu ikiyüzlülüğe, yalana, sahtekarlığa, şiddete, korkutmaya, bedel ödetmeye, misillemeye, her şeye rağmen HDP’nin yanında durmaya karar vermişse bu 5 milyon insan son derece önemli bir hareket noktası demektir. Ben bir kere bu 5 milyon insanla aramızdaki mutabakatı sağlamlaştırmamız gerektiğini düşünüyorum

 İRFAN AKTAN: Nasıl yapacaksınız bunu?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Elbette bunun için bir kere bütün müttefiklerimize, bütün bu süreci birlikte yaşadığımız herkesle bir ortak gelecek projesini daha netleştirerek, somutlaştırarak etrafında durmalarını isteyeceğiz. Biz de durmalıyız, herkes de durmalı. O yüzden demin sizin sorduğunuz bir etkin “demokrasi ve barış bloğu” oluşturulması çağrısı zaten eş başkanların çağrısında vardı. HDP, müstakbel Türkiye projesinin çekirdeği ancak, kendisi olamaz. HDP büyüyecek, büyüyecek, büyüyecek Türkiye olacak değil. HDP bütün bu çoğulluğun henüz kendisinin içermediği ve belki de hiçbir zaman içeremeyeceği ama ortaklaşabileceği çoğulluğun aktığı istikamette yürüyeceğine dair o insanlara bir güvence verecek cesarette bir otokritik yapmalıdır. Ama demin de konuştuğum gibi otokritik, özeleştiri aklımıza gelenleri sayıklamamız demek değildir. Özeleştiri bir örgütsel meseledir, bir programatik meseledir, bir referansa binaen yapılacak olan şeydir. İki şeyi gözden geçirmemiz lazım. 1-Başlangıç hedeflerimiz doğru muydu? Ortak gelecek, ortak vatan, demokratik cumhuriyet, demokratik özerklik denkleminde Kürtlerin kurtuluşunun bir konfederal statüde olacağına ilişkin temel belirleme, temel paradigma doğru mu?

İRFAN AKTAN: Aslında HDP’nin üstünde yeşerdiği ideolojik referansı, arka planı tekrar soruşturmaya ya da tartışmaya tabi kılmaktan mı söz ediyoruz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Bence bunu tartışmaya gerek yok.

İRFAN AKTAN : Siz zaten bu konuda aynı şeydesiniz

ERTUĞRUL KÜRKCÜ:  Soru şu. Bu sağlamsa, bu yerli yerinde duruyorsa o zaman işte “HDP Kürdistanileşsin, HDP Türkistanileşsin” diye bir tartışma olamaz. HDP, HDP olsun. O zaman nerede eksik yaptık diye bakacağız?

İRFAN AKTAN: Sadece özeleştiri düşünceleri ifade etmek değil aynı zamanda somut bir şey de yapmak. Seçimleri somut yapılmış bir şey olarak kabul edersek 1 Kasımda sizin aldığınız oylar size ne diyor? Kürdistanileşin mi diyor, Türkiyelileşmeye devam mı diyor buradan çıkardığınız, kendi zemininizi oluşturan ideolojiye dair çıkardığınız sonuç nedir?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Şimdi ben şunu söyleyebilirim: Her yerde bizim seçmenimizin esasının büyük gövdesini Kürt halkının çeşitli kesimleri oluşturuyor. Yani biz Batıda İzmir’de de aldığımız oyların önemli bir bölümünü İzmir’de yaşayan Kürtlerden alıyoruz, Ankara’da da alıyoruz. Fakat arada şöyle bir yeni fark vardır: Halkların Demokratik Partisini Türkiye’nin tamamı üzerinde söz sahibi haline getiren, onu geleceğin Türkiyesinin kurucu bir ögesi, hatta geleceğin hükümet partisi olabilecek bir parti olarak görmeyi sağlayan şey Halkların Demokratik Partisinin sunduğu ortak gelecek vizyonudur ve buna layık olacak şekilde bir söylem ve bir temsil imkânı bulmuş olmasıdır. İlginç bir başka veri şudur: 7 Haziran seçimlerinde Halkların Demokratik Partisine Alevilerden, Soldan, Sosyal Demokratlardan, Liberallerden genel olarak Barış ve Demokrasi güçlerinin Türkiye kanadından gelen oyların hepsi yerli yerinde duruyor, bir yere gitmedi. Bu Halkların Demokratik Partisine olan güvenin sürdüğü anlamına geliyor. Bu çok esaslı bir mesele: Kürt halkı kendisine, kalıcı, dayanıklı, darbelere dayanıklı bir yeni politik ve sosyal ortak bulmuştur. Bu evet Adalet ve Kalkınma Partisinin kapsadığı gibi bir alanı bu manada doldurmuyor ama Kürtlerin geleceği ile kendi geleceğini demokratik ve özgür bir gelecek olarak birlikte düşünen bir kesimdir. Bir kere Halkların Demokratik Partisi bu manada başarılı olmuştur. İkincisi, Halkların Demokratik Partisinin Kürt halkına ve onun öncüsünün mücadelesine dayanan bir mücadele mirası üzerinde yükseldiğine dair hiçbir yanılsaması yoktur. Evet böyledir. Bunun hakkını vermeye çalışmaktadır. O zaman zaten yeterince bu manada Kürt’dür yeterince Kürdistanidir.

İRFAN AKTAN :Yalçın Akdoğan’ın açıklaması : “Öcalan’ı diri diri İmralı’ya gömdüler” şeklinde, sizlere yönelik bir eleştirisi vardı. Aslında Öcalan ideolojisini ya da onun kurduğu paradigmayı, oluşturduğu teoriyi, Kürdistan ve Ortadoğu teorisini sizin berhava ettiğinizi ileri sürüyor.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Eğer öyle olsaydı. Öcalan’ı oraya gömmezlerdi, Öcalan madem öyle, onlara Öcalan dedikleri gibi hak veriyor ve çok beğeniyorlar o fikirleri, o zaman Öcalan’ın şimdi her gün konuşarak kendi etrafında bizim gibi hainleri bertaraf edeceği yeni bir dalga yaratması için bütün imkânların kendisine tanınmış olması gerekirdi.

İRFAN AKTAN :Gerçi buna mukabil Etyen Mahçupyan bu süreçten sonra Öcalan ve HDP’nin muhatap alınmayabileceğinden söz etti.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Şimdi ben size şöyle söyleyeyim. İnsanlar neyi muhatap alıp almayacaklarını [kendileri] beğenmek isterler. Öcalan’ı yıllarca muhatap almak istememişlerdi. Öcalan’dan çok daha “kıymetli” insanlar olduğunu söyleyip Öcalan’a ne kadar çok alternatifler yaratmaya çabaladıklarını biliyorsunuz. Fakat çaresizce toplumsal ve politik güç -öte yandan gerilla harbinin sürdüğünü de düşünecek olursak askeri güç- karşısında, eğer çatışmanın dışında bir şey yapılacaksa bu güçle muhatap olmak dışında bir şey yapılamayacağını kendiliklerinden kabul ettiler. Ben mi onlara dedim “gidin Oslo’da görüşme yapın” diye. Bizim haberimiz bile olmadı. Buna oturdular karar verdiler. Öcalan’ın çağrılarına bir yanıt vermenin kaçınılmazlığını kendileri kabul ettiler çünkü şartlar bunu dayatmış, getirmişti. Bu şartlara bağlıdır. Sonuç olarak onlar çabalayacaklar. Tırşıkçılardan oluşan bir sözüm ona muhatap zemini yaratmaya çalışacaklar, bunların hiçbir işe yaramayacağını görmek için zaman geçecek, insanların hayatı, toplumların çok kıymetli zamanı harcanacak, dönüp dolaşıp aynı yere gelinecek. Otuz yıldır bunların etrafından o kadar çok dönüldü ki… Siz gençsiniz ama belki yetişmişsinizdir. Ertürk Yöndem günlerine.

İRFAN AKTAN : Yetiştim tabi ki Anadolu’dan görünüm.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ: Bugüne baktığınızda şimdi bütün televizyonların anchorman’lerinin birer Ertürk Yöndem olduğunu yeni baştan görüyoruz. Hiçbir şey fark etmez. O günler gelecek, geçecek hakikat olduğu gibi görünecek. Bütün soru şudur: Acaba hakikaten zaman gerçek temsilcilerine bu halkın yetecek mi yoksa onlar bu zaman içerisinde kendi dedikleri gibi bir takım tırşıkçı ekipleri oluşturabilecekler mi? Ben buna [ihtimal] vermiyorum. Bütün eleştirilere rağmen bence Kürdistan’da Kürt halkında bu siyasi koruculuk rejimine karşı çok sağlıklı bir refleks var. Onlar siyasi korucularla iş yapmaktansa hükümetle iş yapmayı tercih ederler ama asla ve asla kendilerini kandırmak için kurulmuş bu yapılara iltifat etmezler diye düşünüyorum. Tabii ki eden de olur ama genel olarak hayat böyle akmaz.

İRFAN AKTAN Aslında konuşulacak çok soru, konu var. Özellikle bu Ocak ayında yapılacak kongre yeni bir yapılanma mı anlamına mı geliyor yoksa olağan bir kongre şeklinde mi? Birincisi bu. İkincisi geleceğe dair öngörünüzü soracağım. Fakat gerçekten beş dakikamız var.

ERTUĞRUL KÜRCÜ : Çok hızlı olarak söyleyeyim. Kongreyi zamanında yapacağız, Ocak’ta yapılacak kongre. Bununla ilgili hazırlıklar tabi ki kurullarımızda yapılacaktır. Bence bu kongrenin karşısına koyacağı en önemli görev örgütlenme görevi olacaktır. Halkların Demokratik Partisinin bu beş milyon oyu, beş milyon desteği ve aslında 7 Haziran’da kazanmış olduklarında ben total bir kayıp olarak saymıyorum. Sonuç olarak 6 milyon insandan oluşan kendi evrenini örgütlü biçimde inşa işini karşısına koyacaktır, bir bu. İkincisi…….

İRFAN AKTAN: İkincisi de gelecek öngörüsü. Şimdi 1 Kasım’dan sonra pek çok insan kötü bir güne uyandığını ifade etti özellikle sosyal medyada vs. Genel olarak da AKP’ye oy vermemiş olanların yani yüzde neredeyse 50, 50’yi aşkın bir oran belirsiz bir güne uyandı 2 Kasım’da. Karamsarlığa sizce gerçekten yer var mı, çok mu belirsiz bir gelecek var? AKP ciddi bir hegemonik rejim kurma hamlesi mi kuracak? Ne olacak? Eninde sonunda masaya oturulacak mı? Kürt meselesi bağlamında ya da laiklerin talepleri konusunda genel olarak demokratik bir anayasa konusunda masaya mı gelinecek, çatışma en az 4 yıl daha devam mı edecek?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ-Şunu söyleyebilirim ben. Öcalan’ın 21 Mart 2013’de Amed’de okunan deklarasyonuna eğer dikkatle bakmış olsaydı herkes, kendi başlattığı sürecin barışa götüreceğini değil barışa gidecek yöntemi ortaya çıkarttığını [söylediğini] görebilirdi. Bu çok çabuk unutuldu. “Demokratik siyaset yoluyla anlaşmazlığı çözeceğiz” dedi. Öcalan demedi ki “bugünden sonra PKK silahları teslim edecek ben de artık herkes evine diyorum, şimdi hükümetin dediği barışı yapacağız.” Öyle bir şey değildi bu. Bu demokratik siyaset yolunu açmak için bir hamleydi. Demokratik siyaset yolunda aslında Türkiye’de ezilen kitlelerin taleplerini kitlesel ve meşru politik yollardan ifade etmeleri için HDP bir imkan olarak doğdu. Ben bu sürecin en önemli kazanımının bu olduğunu düşünüyorum. Ama bu bize hiçbir zaman çatışmasız, sürtüşmesiz, huzur ve sükun içerisinde bir gelişmeyi vaat etmedi, etmez de. Demokrasi mücadelesi, demokrasinin olmadığı bir yerde son derece sert bir mücadele. Bu sertliğin biz tımar edilmesini, ehlileştirilmesini umabiliriz ancak. Türkiye’nin hem geçmişinde böyle bir birikim var, hem de içinde yaşadığı uluslararası evren Türkiye’de öyle tek başına, başına buyruk bir zalim, müstebit rejimi, bir haydut devleti o kadar teşvik etmiyor. Gene de önümüzdeki günlerde zorlu bir demokrasi mücadelesinin bizi beklediğini söyleyebilirim. Bundan kaçmanın bir yolu yoktur. İkinci nokta şudur. Bugün aslında olan şey dün, 7 Haziran sonrası Mecliste kurulamayan AKP-MHP ittifakının şimdi dışarıda kurularak meclise taşınmasıdır. Mecliste dün 550 iskemle vardı, bugün de 550 iskemle var. MHP iskemlelerinin bir bölümü ne yazık ki HDP iskemlelerinin bir bölümü AKP’ye geçti. Dolayısıyla burada bir MHP-AKP ittifakı fiilen kurulmuş oldu. Eğer 7 Haziran’dan hemen sonra Bahçeli ayak sürümüş olmasaydı, kurulacak olan ittifak da buydu. Yani 7 Haziran’ın verdiği sonuç da buydu aslında aritmetik olarak. Fakat bunu siyasi olarak Tayyip Erdoğan sultanlık için yeterli görmediği için……

İRFAN AKTAN– Yani MHP- AKP ittifakı 7 Haziran’dan sonra olsaydı da bugünü yaşıyor olacaktık.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ : Bugünü yaşıyor olacaktık. Ben demek istemiyorum ki bir şey kaybetmedik. Biz bir kere şu kadar vekil kaybettik. Bir meşruiyet zeminimizin sarsalandığını gördük. Tabii ki bunlar bir kayıptır ama netice olarak güç dizilişi aşağı yukarı aynı kalmaya devam ediyor. Bu güç dizilişi karşısında yapılacak işler bellidir. Demin konuştuğumuz gibi barış ve demokrasi hedeflerine güçlü bir biçimde asılmak ve Adalet ve Kalkınma Partisinin şimdi halkın karşısına yeni bir anayasa teklifi ile çıkacağı yere bu demokrasi tartışmasını kurmaktır. Kürdistan özgürlük mücadelesinin de bu süreci dikkatle izleyerek, HDP’yi geçmişe göre çok daha ciddiye alarak -bizim çok mühim insanlar olmamızdan ötürü değil, beş milyon insanın çok mühim olmasından ötürü- bunların yaratıcı, yapıcı, kurucu enerjilerini teşvik edecek bir yönelime davet etmek istiyorum. Bu sözlerimden şu anlam da çıkmasın: Mücadele neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edecektir herkes. Fakat artık mücadelenin taktiğini bütün Türkiye’deki etkileri üzerinden Halkların Demokratik Partisi etrafına yığılmakta olan demokrasi ve barış mücadelesinin imkanlarının geliştirilmesi açısından görmek çok önemlidir. Hem Kürdistan için bu böyledir, hem Batı için böyledir. Sizin başta söylediğiniz şey için de hızla bunu diyerek bitirmiş olayım: Türkiye’nin batısı aslında özgürlük mücadelesinin çağrısına cevap vermiştir. Halkların Demokratik Partisinin yanında güçlü bir duruş sergilemiştir İstanbul, İzmir, Mersin, Adana, Ankara… Ve bu aslında artık denklemin sabit bir unsuru olarak kabul edilmek ve böyle görülmek gerekir. Ben Öcalan’ın temel paradigmasının halâ hem KCK’ye, hem HDP’ye, hem Kürt halkına genel olarak yol göstermeye devam ettiğini düşünüyorum. O yüzden paradigma doğruysa problemi taktiklerde aramaya başlayabiliriz.

İRFAN AKTAN– Çok teşekkür ederim.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Ben teşekkür ederim.

________________________