Ya Erdoğan önderliğinde bir faşist diktatörlük, ya da yeni bir demokratik cumhuriyet

HDK Eşsözcüsü Ertuğrul Kürkçü 16 Ocak’ta, HDK Konferansı’ndaki açılış konuşmasında “Ya Kürtlerin başlattığı özgürlük mücadelesi, ortaya çıkarttığı büyük demokratik enerji Türkiye’nin demokratik dönüşümü için bir imkan olarak Türkiye’nin batısından kendisine eşlik edecek sosyal ve politik güçlerle birleşecek, ya da Tayyip Erdoğan ve onun öncülüğünde eş dost, ahbap çavuş kapitalizmi Türkiye’yi ebedi bir mezarlık sessizliğine kavuşturacaktır. Son derece ciddi, hakiki, sahici bir yol ayrımında olduğumuzu bilmemiz gerekir.” dedi. Konuşmanın tam metnini sunuyoruz.

hdk

Kürkçü’nün konuşmasına aşağıdaki bağlantıdan erişilebilir https://youtu.be/cFJ2OGNEStE

Herkese merhaba, rojbaş, ehlen ve sehlen,

Sevgili yoldaşlar, bileşenlerimizin eş başkanları, konuklarımız, sevgili eşbaşkanlar, milletvekillerimiz, delegeler, hepiniz Halkların Demokratik Kongresi’nin 1. olağan Konferansına hoş geldiniz. Onur verdiniz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Kürdistan ve esasen Ortadoğu, belki Akdeniz, çok geniş bir bölge, çok büyük bir değişim sarsıntısının içinde yol alma gayretindedir. Türkiye bu sarsıntıların orta yerinde, Kürdistan bu sarsıntıların merkezinde. Her ikisinin karşılıklı bağları, mücadeleleri bize yeni bir gelecek için zengin, yaratıcı bir düşünme imkanı sağlıyor. Bir yerden baktığınızda Türkiye ve bölgemiz büyük bir kaosun büyük bir felaketin eşiğindedir. Başka bir yerden baktığınızda bütün bu kaos sonsuz özgürlük imkanlarıyla birlikte çıkagelmektedir. Şüphesiz devrimcilerin, demokratların, yurtseverlerin özgürlük ve hak için mücadele edenlerin bakacağı yer imkanların olduğu yerdir. Bu imkanların kaosun içerisinden çıkabileceğini halklarımıza, toplumumuza Türkiye’nin ve Kürdistan’ın bütün özgürlük güçlerine aktarmak, onları bir ortak programda buluşmak üzere ikna etmek ve onları harekete geçirmek, onların süre giden hareketlerine politik bir doğrultu kazandırmak: İşte siyasi öncülüğün karşısındaki mesele budur. Yoksa çatışma ve savaş insanlık tarihinin başlangıcından beri bizim kaderimizin içinde yer almaktadır. Eşitsizlik, sömürü ve haksızlık ortadan kalkıncaya kadar da çatışmalar ve savaşlarla bir arada yaşamaya neredeyse mahkumuz. Bunları yenme mücadelesi, bunun ötesine geçme mücadelesidir bizim için yeni ve özgün olan. Yoksa çatışma ve savaş, sınıflı toplumun somut, değişmez, hakiki gerçeğidir. HDK bu savaşta halklarımız kendi yolunu bulsun, kendi yönünü çizsin, kendi mücadelesini kendi yönetsin diye 2011 genel seçimlerinin ardından inşa edildi.

Bu inşanın iki temel ögesi iki büyük unsuru var. Birisi hakikaten hem bölgeyi hem Türkiye’yi eşsiz mücadelesi ile aydınlatan Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Kürdistan Kurtuluş Hareketi ötekisi ise son on yılda yeniden canlanma ve Kürtlerin özgürlük mücadelesine eşlik ederek kendisini yeniden kurma kapasitesini, hayatiyetini ortaya koymuş olan Türkiye’nin devrimci, demokratik, özgürlük mücadeleleri damarı. Bu iki damarın buluştuğu yerde bu iki damarın başka pek çok demokratik, özgürlükçü, anti-kapitalist damarla kesiştiği yerde inşaya girişti Halkların Demokratik Kongresi. Halkların Demokratik Kongresi kendi başına, başlı başına bir şey değil. Halkların Demokratik Kongresi özellikle, başlıca dört koldan ilerleyen bir ortak hareketin Türkiye sahasındaki taban hareketlerinin buluştuğu mücadele merkezi. Biz Halkların Demokratik Partisi, Halkların Demokratik Kongresi, Demokratik Toplum Kongresi ve Demokratik Bölgeler Partisinin oluşturduğu bir dört ayaklı yürüyüşün parçalarından biriyiz. Kendi başımıza hiçbir şeyiz. Ama biz olmadan da diğer parçalar her şey değiller. Bütün bu nedenlerle Halkların Demokratik Kongresi şimdi içine girdiğimiz yeni dönemde, yeniçağda bu ortaklığı anlamlandırma, bunun genişlemesini, kendisini şekillendirmesini, bir kurucu güç haline gelmesini sağlamak üzere yeni bir düşünme sürecinin içinde. Bu konferans onun için toplandı. Bu konferans hem Halkların Demokratik Partisinin hem Halkların Demokratik Kongresinin önümüzdeki hafta buluşacağı genel kurullarının siyasi karar zeminlerini tahkim etmek, ona yön göstermek, birikmiş olan bütün düşünce ve önerilerden anlamlı siyasi sonuçlar üretmek üzere bir araya geldi.

Türkiye bir yol ayrımında. Bu yol ayrımının her zamanki edebiyatımızda, belagatımızdaki “yol ayrımı” olmadığını söylemek isterim. Hakikaten bir yol ayrımındayız ve bu yol ayrımında olduğumuzu her gün yeniden ve yeniden hissediyoruz: Türkiye ya Tayyip Erdoğan ve onun önderliğindeki devletin bir faşist diktatörlüğe doğru evrilmesi istikametinde yol alacak ya da halkların özgürlük mücadelesi Türkiye Cumhuriyetini özgürlükçü, demokratik, öz yönetimci yeni bir demokratik cumhuriyet olarak yeniden kuracak, Türkiye halkları kendilerini yeni bir özgürlük momentine yükseltecekler. Bu iki eğilimin bir arada sonsuza kadar yaşamasına imkan yoktur. Bir yandan Kürdistan kentleri, ilçeleri demokratik ve özgürlükçü hareketin kendisine çok önemli dayanaklar bulduğu ilçe ve kentler topa tutulurken, Yurdusev arkadaşımızın çok büyük bir belagatla ifade ettiği trajediler yaşanırken öbür yanda asude huzur içinde, refah içerisinde bir yaşam sağlanamaz. Bu ikisi bir arada yürüyemez. Ya biri ya öteki olacaktır. Ya Kürtlerin başlattığı bu özgürlük mücadelesi, ortaya çıkarttığı bu büyük demokratik enerji Türkiye’nin demokratik dönüşümü için bir imkan olarak Türkiye’nin batısından kendisine eşlik edecek sosyal ve politik güçlerle birleşecektir ya da aslında bir imkansızı başarma fırsatı Tayyip Erdoğan ve onun öncülüğündeki eş dost, ahbap çavuş kapitalizmine sunulacak, onlar Türkiye’yi ebedi bir mezarlık sessizliğine kavuşturacaklardır. O yüzden son derece ciddi, hakiki, sahici bir yol ayrımında olduğumuzu bilmemiz gerekir.

Şüphesi olanlara Kürdistan’ın işgal edilmiş kentlerindeki okulların kara tahtalarına yazılmış sloganlar kendilerini bekleyen akıbeti çok güzel haber vermektedir. Tesadüfen değildir, endoktrine edildikleri, içlerindeki ortaya koyan, ifade eden sloganlardır orada yazdıkları: “Türk’ün gücünü göstermeye” gelmişlerdir. İşte “Bundan sonra JÖH ve PÖH tarafından yönetilecektir halklarımız. Ya kendi kendini yönetecektir [halklarımız] ya da böyle yönetilecektir. Buna karar vereceğiz.

O yüzden Halkların Demokratik Partisi ile açmış olduğumuz büyük yükselişin şimdi tabanda tahkim edileceği özgürlük mücadelesinin gerçek köklere, gerçek zeminlere kavuşturulacağı bir yerde, bir aşamada, noktada olduğumuzu bilmemiz gerekir. Bugün Kürdistan kentlerinde sürüp giden saldırılar ve buna karşı direnişler esasen çatışma ve ölümlerle gölgelenmiş olmasına rağmen gerçekte bir tartışma sürüp gittiğini gözlerden saklamamalıdır. Kürtlerin özgürlük mücadelesi Türkiye halklarına özgürlükçü, özyönetimci bir yeni demokrasi teklif etmekte, Türkiye’nin tekçi, mezhepçi, diktatoryal rejimi de tank ve top atışlarıyla bu teklifi geri çevirmekte, özgürlük mücadelesi bu tank ve top atışlarına öz yönetim savunmasıyla karşılık vermektedir. Yani ortada sürüp giden sadece bir savaş değil, bu savaş aracılığıyla dile gelen silahlı biçimlere bürünen bir tartışmadır. Bu tartışma, başında olduğumuz hatta içine girmekte olduğumuz yol ayrımının somut, net ifadeleridir. Bu tartışmanın anlaşıldığı ve kavrandığı, bir süre devam eden duraksamanın ardından şimdi üniversitedeki sessiz  ama çok güçlü zihni ayaklanmayla bize haber verilmektedir. Türkiye’nin düşünen beyinleri, akılları, aklın ve bilginin yeniden üreticileri bu tartışmaya teşhislerini koymuşlardır. Türkiye’nin bir dönüşüme mecbur olduğu ve bu dönüşümün barışçı ve demokratik bir biçimde halkların talep ettiği istikamette [olacağına] ama asla ve asla devletin çektiği yönde olmayacağına dair net bir karşılık binlerce akademisyenin imzasıyla ortaya konmuştur. Devletin buna karşı ifade özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü, bilimsel ve akademik özgürlüğü ortadan kaldıran girişimleri yeni bir destek dalgasını harekete geçirmiştir. Sadece aydınlar, üniversite öğretim üyeleri, akademisyenler değil avukatlar, edebiyatçılar, sinemacılar  -ve tabii kaçınılmaz olarak Türkiye’nin bütün işsizleri- şimdi bu mücadelede, bu fikrin yanında olduklarını ifade etmek üzere yerlerini almaktadırlar. Demek ki en karanlık görünen zamanda bile aklın ve umudun ışığı, bulduğu ilk küçük delikten sızabilir, halklarımızın önünü aydınlatabilir. Sadece o mu? Alevi dergahlarında sürüp giden açlık grevleri, kadın hareketinin ve sivil direnişçilerin Kürdistan kentlerinin kapılarını zorlayan bu kentlerdeki katliamlara son verilmesi talebiyle bu kentlerin kapılarına taşınan mücadeleleri ve direnişleri, bu kentlerde yaşayan halkların inanılmaz bir cesaret örneği ortaya koyarak kadim kentlerini, kendi doğdukları büyüdükleri yerleri, tarih ve kültürlerinin, medeniyetlerinin beşiğini hiç kimseye terk etmeden ölümleri, hayatları pahasına savunmaları, bütün bunların halklarımızın vicdanında bulduğu karşılık Türkiye’nin ve Kürdistan’ın sadece zulmünün koyu karanlık gölgesi altında değil aynı zamanda umudun ışığının yeşerdiği bir alanda bütün bu yol ayrımını karşıladığını bize çok açıkça gösteriyor. Halkların Demokratik Kongresi işte bu umudu örgütlemek, Kürt halkının başlattığı yeni demokrasi tartışmasının Türkiye’nin batısının kendine özgü özelliklerine demografisine, kentsel yaşantısına, iktisiyatına ve toplumsal hayatına uygun yeni biçimlere büründürmek üzere kendi önüne son derece somut ve açık görevler koyacağı apaçıktır.

Halkların Demokratik Kongresi, Halkların Demokratik Partisi, Demokratik Bölgeler Partisi ve Demokratik Toplum Kongresi bütün bu mücadelelerde birbirlerini tamamlayacaktır. Halkların Demokratik Kongresi kuruluşunun hemen ardından Halkların Demokratik partisinin kuruluşuna ön ayak olarak onun peş peşe geçirdiği dört seçimde bütün gücü ve enerjisiyle çalışarak bir yandan bu ortak mücadelemizin parlamenter, siyasal çok güçlü bir görünüm elde etmesini, öte yandan da onun tabanda kendisine karşılık bulmasını sağladı. Şimdi bizi seçimlerin beklemediğini varsaydığımız dört yıl boyuncu Halkların Demokratik Partisinin, uyandırdığı umudu Halkların Demokratik Kongresinin içinden geçerek yeniden örgütlemek, tabanın, halkın kendi kendisini yönetmesini, öz yönetimini, kendi kendini temsilini, kendi hak ve çıkarlarını açıkça ve eylemli bir biçimde tartışmasını sağlayacak bir biçimde Halkların Demokratik Kongresine güç vereceğini biliyoruz, bunu umuyoruz. Elbette farklı işlevler, farklı yapıları gerektiriyor ama, bu farklılıklar nihayet iş görmek için bulduğumuz biçimlerdir. Bütün iş esasen halkın kendi iktidarını kurması, kendi kendini yönetmesinden ibarettir ve bunun imkanlarının doğurduğu her yerde, orada [divanın arkasındaki pankartta] yazdığımız gibi yaşamın ve direnişin olduğu her yerde Halkların Demokratik Kongresi halkın kendi kendisini yönetmesinin bütün düzeylerinde kendisini ortaya koyacaktır.

Hayat siyasetten ibaret değildir, siyaset önemlidir, bütün yurttaşların birbirleriyle buluştukları ve devletle karşı karşıya geldikleri yerdir siyaset. Ama halkın mücadelesi sadece devlet ile devletin ifade ettiği egemenlik dokularıyla ilgili değildir. Aynı zamanda sömürüye karşı, aynı zamanda erkek baskısına, erkek egemenliğine karşı, aynı zamanda doğanın tahribine karşı, gençlerin ezilmesine karşı, çocukların istismarına karşı, özgürlükler için, adalet için, vicdan hakkı için sürüp giden mücadelelerin örgütlenmeye hem hakkı hem imkanı vardır. Türkiye sadece politik ve toplumsal mücadelenin değil aynı zamanda kültürel mücadelelerin de büyük bir önem kazandığı nispeten gelişmiş bir kapitalist ülkedir. Bu ülkede yurttaşların inisiyatifleri, taban hareketleri, kültürel mücadeleler olmadıkça karşımızdaki bu hegemonyayı yıkmamız, sarsmamız söz konusu olamaz. Dinin, inançların bütün gücünü istismar ederek halkın karşısında son derece ciddi bir tahkimat yapan bir diktatörlükten söz ediyoruz. Bunun karşısında halklarımızın inançlarını, vicdanların, tercihlerini özgürce yaşamalarını sağlayacak yapıları harekete geçirmek, fabrikalarda, okullarda, kışlalarda, her yerde demokrasi ve özgürlük için verilen mücadeleleri kurmak; mahalleleri, sokakları, kentleri yeniden kurmak ve yönetmek; doğanın hakkını zalim sermaye hakimiyetinden kurtarmak; işçi hareketini özgür gelişiminin başlıca kaynağı haline gelecek şekilde sermayenin ideolojik ve kültürel hakimiyetinden kurtarmak -bütün bu mücadeleler- Halkların Demokratik Kongresinin önündeki, çözüm bekleyen, örgüt bekleyen, iş bekleyen çalışma bekleyen, mücadele bekleyen alanlar. O yüzden kendimizi mücadelenin sadece bir boyutuyla sınırlamayan, hayat kadar zengin, hayat kadar güçlü bir mücadeleyi şimdi aşağıdan yukarıya doğru bilinçle, iradeyle, örgütle, kararlılıkla kurma zamanındayız.

Belki mücadele eninde sonunda Ankara’da, Çankaya’da, Beştepe’de kazanılacaktır ama oraya gelmek için Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört bir tarafından büyük halk kitlelerinin kendi oldukları her yerden dışarı çıkarak gözlerini buraya çevirmelerini sağlamamız gerekir. Halkın iktidarı vekaleten yapılacak bir şey değildir. Halkın iktidarı basbayağı halkın iktidarıdır. Oturduğu sokağı, yaşadığı apartmanı, yaşadığı mahalleyi, yaşadığı ilçeyi, çalıştığı fabrikayı, çalıştığı hastaneyi, okulu yönetmesi orada söz ve karar hakkına sahip olması demektir. O yüzden Halkların Demokratik Kongresi, Halkların Demokratik Partisinin başlattığı büyük açılışın arkasını getirmek üzere bizim şu an dikkatlerimizi en çok üzerinde toplayacağımız merkezdir. Elbette demokrasinin kazanılması ve barış, Halkların Demokratik Kongresinin gündeminde başlıca yeri işgal ediyor. Barıştan çıkarı olan, barış için mücadelede çıkarı olan, herkesi bir araya getiren bir barış hareketini birlikte kurmak, bunu tabanda inşa etmek hem HDP’nin hem HDK’nin görevidir. Bu açıdan barış mücadelemizin karşısındaki engelleri tanımak ve bilmek zorundayız. Halkın iktidarıyla, halkın talepleriyle, devletin baskısı arasında bir orta yol arayanlar sistematik bir biçimde Halkların Demokratik Partisini, Halkların Demokratik Kongresini Kürdistan’daki özgürlük ve öz yönetim mücadelelerine sahip çıktıkları için eleştiriyorlar. Diyorlar ki “cumhuriyette öz yönetim mi olur?” Bir kere daha soruyoruz. “Öz yönetim olmadan demokratik bir cumhuriyet mi olur?” Kendi kendini yönetmeyen bir halka yukarıdan aşağıya doğru bir cumhuriyet dayattığınızda onlara kendilerini yönetme hakkını değil devletin onları yönetme mecburiyetini dayatmış olursunuz. Buna karşı yönelen itirazlara karşı çıkarak, kriminalize ederek, onları istismar ederek aynı zamanda bir demokrasi mücadelesinin  parçası olamazsınız. Bu çerçevede Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi dışında kalan bütün politik hareketleri hatta bu hareketlerin [AKP ve MHP’nin] tabanlarında yer alan emekçileri de demokrasi, özgürlük, öz yönetim, cumhuriyetin yeniden kuruluşu üzerine düşünmeye ve bir barış cephesini kurmaya, demokrasi cephesini kurmaya yeniden davet  etmek Halkların Demokratik Kongresinin önündeki en önemli mesele olacaktır. Elbette Halkların Demokratik Partisi mecliste ve siyasi zeminlerde bütün bu çağrıların en açık temsilini, ifadesini gerçekleştirecektir ama bunu aşağıdan her gün yeniden kurmak için Halkların Demokratik Kongresinin yaratmış olduğu geniş ve büyük ittifaka ihtiyaç vardır. Unutmayalım: Halkların Demokratik Kongresi, Halkların Demokratik Partisi demek değildir. Halkların Demokratik Partisine dâhil olmayan onlarca yapı bir partiye dahil olamayacak pek çok hareket ve kurum Halkların Demokratik Kongresinin tabanında yer alıyor. Zaten en önemli özelliği Halkların Demokratik Kongresinin, türdeş yapılardan oluşan bir platform olmamasıdır; farklı, pek çok değişik kaynaktan gelen özgürlük hareketlerini, eşitlik taleplerini, hak mücadelelerini birbirine bakar hale getiren bir mücadele merkezi olmasındadır. O nedenle bu mücadele merkezinin yaratmadığı, ortaya çıkartmadığı, desteklemediği bir barış hareketi, bunun içinden doğmayan bir demokrasi mücadelesi eninde sonunda karşılıksız kalacaktır. Her seçimde oylarını Halkların Demokratik Partisine verseler de büyük kitleler, kendi hayatlarını yeniden kurma insiyatifini eline almadıkça bu seçim sonuçları 7 Haziran ve 1 Kasım arasında gördüğümüz gibi baskı ve zorla ve hileyle değiştirilebilir. Ama halkın kendi kurduğu egemenlik mevzileri tank ve top atışlarıyla da yerle bir edilemez, örneklerini gördüğümüz gibi.

Bütün bu yaklaşımlarla ve düşüncelerle Halkların Demokratik Kongresinin dört yıldır sürüp giden kendini ayakta tutma çabalarını karşılıksız bırakmadığınız için hepinize minnet ve şükranlarımı ifade etmek istiyorum. Gerçekten, ancak büyük bir fikre sahip olmak, gerçek bir faaliyeti tam olarak öremediğimiz dört yıl boyunca [Halkların Demokratik Kongresinin] kendisini ayakta tutabilirdi. Ancak böyle bir enerjiyle şimdi yeniden bir araya gelebildik. O nedenle diyebilirim ki ben Halkların Demokratik Kongresi fikri sonunda kazanılmıştır. Ve bir kere daha adını anmadan edemeyeceğim: Bu fikir aslında dört duvar arasında, on metrekarelik hücresinde sistematik bir biçimde Kürdistan ve Türkiye’nin kurtuluş hareketlerini birleştirmek için çareler arayan sevgili yoldaşımız Abdullah Öcalan’ın teklifi ve eseriydi.  1968’den beri, hatta daha öncesinden beri böyle bir fikir hep Türkiye’nin devrimci ve demokratik, sosyalist güçlerinin aklını meşgul edegeldi ama Öcalan’ın sahip olduğu nüfuz ve entelektüel kapasite olmasaydı Kürdistan Özgürlük Hareketiyle, Türkiye’nin devrimci ve demokratik güçlerini onun teminatı altında olmadan bir araya getirebilmek ve buradan özgün bir kimya ortaya çıkartabilmek mümkün olmazdı.

Ancak başlangıçlar çok önemlidir ama onun her gün yeniden kurulması, her gün yeniden yaratılması gerekir. Ben bu yaratıcılıkla şimdi yolumuzu aydınlatmak, kongremize, partimize, partilerimize ve kongrelerimize yol göstermek için elinizden gelenden çoğunu yapacağınızı biliyorum. Sözcünüz olarak bugüne kadar sizleri temsil etmeye çaba gösterdik. Kusurumuz olmuş ise bunların eleştirisini de dinlemek isteriz. Yüz yüzeyiz. Açıkça konuşacağız. O yüzden ne birbirimizden çekinelim,  ne eleştirilerimizi sakınalım -tabii kendimizi savunma ve mukabil eleştiri hakkını da koruyarak.

Hepinize iyi çalışmalar, başarılı bir konferans diliyorum, sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

16 Ocak 2016-Ankara