Direne direne…

Sosyalizmin ve işçi hareketinin en acil görevi Kürt halkına ve özgürlük hareketine, AKP diktatörlüğü ve ABD’nin bölgesel hâkimiyetine karşı mücadelesinde eşlik etmek…

Ertuğrul Kürkçü

Kürecik’e füze kalkanı, Roboski katliamı, “KCK operasyonu” dalgaları, Hrant Dink katillerinin cezasızlığı… Halkların varlık ve mücadelelerine son birkaç ay içinde indirilen ve süregideceğini de öngörebileceğimiz bu darbeler birbirlerinden bağımsız değil. Hepsi, AKP iktidarının zamana karşı soluk soluğa sürdürdüğü bir iktidar tırmanışının farklı anları…

Tırmanışın doruğu için stratejik tarih 2014. AKP 2014 yerel seçimlerine Kürtlerin özgürlük mücadelesini bastırmış, bütün muhalefet dinamiklerini budamış olarak girmeyi düşlüyor. Tayyip Erdoğan’ın Kürdistan bağlamında taktik hedefi yerel seçimlerden BDP’yi belediyelerden uzaklaştırmış, hatta Diyarbakır’ı düşürmüş olarak çıkmak. Bunu başarabilirse, Erdoğan, 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde devletin başına “Kürtlerin ve Türklerin Cumhurbaşkanı” olarak yükselmeyi,  Suriye’ye askeri baskı yoluyla ABD’nin Orta Doğu’daki merkezi ortağı rolünü üstlenip İsrail’i geriye iterek ve bölgenin efendisi olmayı hedefliyor.

Bu stratejik yönelişin önündeki en önemli engel Kürt direnişi ve özgürlük hareketinin kapitalizme ve ABD hegemonyasına karşı Türkiye emekçileriyle oluşturmaya başladığı yeni mücadele zeminleri.

Roboski katliamı, bir yıldırma harekatı

Roboski katliamından, KCK tutuklamalarına, Kandil’e hava bombardımanlarından BDP’ye karşı karalama kampanyalarına; milletvekillerini tutuklama heveslerinden toplantı ve gösterilere, medyaya, sendikalara yönelik baskılara kadar bütün yıldırma hareketlerinin birleşik iki amacı var: Kürt halkı ile özgürlük hareketi arasına kama sokmak, Kürt halkının mücadelesini Türkiyeli emekçilerin mücadelesinden tecrit etmek.

Roboski katliamı bu çerçevede anlam kazanıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin “istihbarat hatası” tezi ise katliamın resmin bütünü içindeki anlamını karartıyor. CHP hükümetin “sınır ötesi”ne askeri güç sevketmesine izin veren tezkereyi onaylarken, özetle askeri seçeneğe “evet” derken askeri seçeneğin sivillere karşı yıldırma operasyonlarını kapsadığını da göz önüne almamış olamazdı. Kandil’e hava harekâtı sırasında Irak topraklarında sivil Kürtlerin de saldırıya uğradığı ve hayatlarını kaybettikleri kimse için sır değildi. O yüzden “istihbarat hatası” tezi Roboski’de 5-6 saat boyunca hedefin hazırlanmasından 34 köylünün havadan bombalanmasına kadar göz göre göre kesintisiz sürdürülen bir operasyonu açıklamaz, sadece karartır.

Hükümetin Genelkurmay’ın katliamla ilgili hiçbir şeyi açıklamayan açıklamasına dört elle sarılması ise TSK ile hükümet arasında halka karşı bağıtlanan yeni sözleşmenin en sonuncu kanıtı. Silahlı Kuvvetler Necdet Özel’in Genelkurmay Başkanlığında siyasi hedefler bakımından AKP’yle aynı hat üzerinde durmakla birlikte görece özerk konumunu sürdürüyor. Silahlı Kuvvetler ile hükümeti yapıştıran zamk Kürt halkının özgürlük taleplerine kategorik karşı çıkışları. Roboski katliamından sadece bir hafta sonra Özel’in durumdan vazife çıkartarak Kürtçe’nin “eğitimde ve kamusal alanda” kullanılmasına karşı olduğunu ilan etmesi yeterince semptomatik. Özel, Silahlı Kuvvetlerin hükümetin itaatkâr memurundan çok, yeni statüko içindeki güvenlik partneri olduğunu bundan daha açık ifade edemezdi.

Arap devrimleri ve “0 sorun” siyasetinin sonu

2010 sonlarındaki Kürt sorununda “çözümün eli kulağında” havasından bugünkü statükoya varılmış olması nedensiz ve bir uluslararası bağlamdan yoksun değil. PKK ile MİT arasında çok olumlu sürdüğü söylenen “Oslo müzakereleri” “demokratik özerklik” temelinde bir çözümün mümkün olduğu varsayımı üzerinde yürütülüyordu. Görüşmelerin Öcalan’ın hazırladığı “protokoller”in Erdoğan tarafından reddi ile son bulduğuna dair bütün tarafların doğruladığı bilgiler başbakanın iktidar anlayışı göz önünde tutulduğunda mantıklı ve anlamlı görünüyor. Çünkü siyaseti iktidarı tekleştirme açısından gören Erdoğan için “demokratik, özerk Kürdistan” formülüne şu ya da bu şekilde “evet” demek AKP için Kürdistan’da iktidarı PKK ile paylaşmak, Erdoğan’ın iktidarını Türkiye’nin genişçe bir bölgesinde ebediyen bir muhalefet odağına terk etmesi anlamına gelecekti.

Komşularla “sıfır sorun” dış politikası da kısmen bu iktidar yürüyüşü hesabının ürünüydü. Kürt sorununa özgürlük değil güvenlik bakış açısından yaklaşan Davutoğlu ve Erdoğan, “Oslo müzakereleri” sürerken de Kürtlerle anlaşarak çözüm bulmaktan çok Araplarla ve Farslarla anlaşarak onları ezmek peşindeydiler ama “Arap devrimleri” sahneyi ansızın altüst etti. Süreci bu bakış açısından görmeyenlerin bugünkü duruma ansızın gelmişiz gibi düşünmeleri kısmen bundan.

“Arap devrimleri”nin radikal ilerleyişi ABD’yi devrimleri halkların ve işçi sınıflarından çalmak ve her yerde kapitalizmi ve Batı hegemonyasını tesis için orduları ve/veya siyasi İslamı iktidara yükseltmek üzere harekete geçmeye zorlayınca Washington Ankara’ya “model ortaklık”ın gereğini yerine getirmeye çağırmaksızın edemezdi. AKP, ABD’nin dümen suyunda Suriye’deki Müslüman Kardeşler ayaklanmasının yanında Baas rejimine karşı saldırıya geçti. Suriye “düşman” statüsüne geçti. Kürecik’e “füze kalkanı”na yol vermek zorunda kalınca İran ile Kürt özgürlük hareketine karşı ortaklığı akamete uğradı. İran Kürt özgürlük hareketiyle kısmi bir anlaşmaya vardı. İran bir “güvenlik sorunu” kaynağı olarak algılanmaya başladı.

“Etnik yarılma” olasılığı

Ne var ki, Ankara bambaşka bir uluslararası güç dağılımı tablosu üzerinde, Kürdistan’ın dört parçasında “0 sorun”la gerçekleşeceği varsayılan askeri hazırlıklarını elverişsiz uluslararası koşullarda sürdürmeye zorlanırken PKK de “Arap Devrimleri”ni arkasına alacağı varsayımıyla kendi hamlesini yaptı, “ateşkes”i sona erdirdi. Barış söyleminin yerini “savaşın hakikati” aldı.

AKP’nin esasen iç siyaset merkezli olarak kurguladığı siyasi saldırı sahnesini çevreleyen bir dehşet efekti olarak iş görmeye başlayan savaşın eninde sonunda “çözüm”e değil yok etmeye odaklı oluşu dolayısıyla karşılıklı ölüm ve kayıplara yol açması kaçınılmaz. Sürecin bu şekilde devamı halinde derinleşecek etnik yarılmalar aslında mükemmel bir barış ve çözüm formülü olan demokratik özerklik projesinin gerçekleştirilmesini ebediyen imkânsızlaştırabilir. Bu, özgürlük hareketini topyekûn bir paradigma değişikliğine sürüklediği takdirde Öcalan, PKK, HPG, DTK, BDP gibi çok çeşitli düzeylerdeki önderlik dinamikleriyle yürüyen Kürt özgürlük mücadelesinin uzun sürecek bir kafa karışıklığı dönemine girmesi de bütünüyle ihtimal dışı sayılmaz.

Halkların Demokratik Kongresi

Burada Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun gelişerek sürdürdüğü Halkların Demokratik Kongresi büyük önem kazanıyor. Sosyalizmin ve işçi hareketinin en acil görevi  Kürt halkına ve özgürlük hareketine, AKP diktatörlüğü ve ABD’nin bölgesel hâkimiyetine karşı mücadelesinde eşlik etmek. Kürt özgürlük mücadelesine yönelik saldırılarla işçi hareketine yönelik baskıların, Hopa’daki operasyonlarla Diyarbakır’daki operasyonların hedefleri bir ve aynı. AKP’nin diktatoryal yürüyüş takvimini rafa kaldırmak pekâlâ mümkün, yeter ki gerektiği yerde ve gerektiği biçimde bir ortak direnişi örebilelim.  Sosyalist Gelecek Parti Hareketi (SGPH) Konferansı bu hattın siyasal olarak derinleştirileceği en önemli zeminlerden biri olacaktır.

* Bu yazı, Ekmek ve Özgürlük dergisinin Şubat sayısında yayınlanmıştır. 

www.ekmekveozgurluk.net