Roboskî Katliamı Soruşturması: Dağ fare doğuramadı!

Ertuğrul Kürkçü, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun “sızan” Uludere-Roboski Katliamı  raporunu Yeni Özgür Politika’ya değerlendirdi.

 
ULUDERE'DEKI OLAYTBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun Uludere Katliamı’nı incelemekle görevli alt komisyon başkanlığı, aylardır kaleme alamadığı raporun taslağının taslağını ntvmsnbc’ye sızdırdı. İnternet haber sitesinden Ercan Gürses, çarşamba günü (26 Aralık 2012) geçtiği haberde alt komisyon başkanı Ordu Milletvekili İhsan Şener’e atfen ezcümle şunları bildiriyordu:

 

* TSK’deki hiyerarşiye göre talimat verilmiştir. Sınır ötesi operasyonlardaki usul uygulanmıştır. Genelkurmay’ın herhangi bir biriminden gönderilmiş talimat da olabilir.

 

* Genelkurmay talimat vermiş olabilir. Genelkurmay tüm belgeleri paylaşmadı.

 

* Ölen 34 vatandaş Kürt kimliklerinden dolayı değil, sınır güvenliğiyle ilgili oluşan üst düzey duyarlılık nedeniyle yanlışlıkla bombalanmıştır. Kasıt yok ancak hata vardır.

 

* Olayın yıldönümünde yapılacak bir açıklamanın suistimal yaratabileceği gerekçesiyle Rapor’un açıklanması Ocak’a bırakılmıştır.

 

Ancak, haberin ajanslara ulaşmasının üzerinden henüz 4 saat geçmemişken, bu kez İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün’ün açıklaması geldi: Alt Komisyon’un böyle bir taslağı yoktu. Bu İnsan Hakları Komisyonu ölçeğinde bir tür Arınç-Erdoğan düetiydi. Ama kim tekzip ederse etsin Pandora’nın kutusu açılmıştı bir kere.

 

Her şeyden önce alt komisyon başkanı İhsan Şener’in komisyonun muhalif üyelerinin görüşlerine sunulmadan “taslak”ı medyaya taşıması, muhalefetin görüşlerinin baskı altına alınması, bu görüşlerin ikincil kılınması anlamına gelir ve komisyon hukuku bakımından kabul edilemez.

 

Kaldı ki, komisyon başkanının görüşlerini yansıtan bu taslak olayın gerçekliğine ilişkin mevcut bilgileri de bulandırıyor. Eğer dendiği gibi, katliamda “sınır ötesi harekat prosedürü” uygulanmış idi ise,  “Genelkurmay’ın herhangi bir biriminden gönderilmiş talimat”tan, “Genelkurmayın talimat vermiş olabileceği”nden değil, harekatın doğrudan doğruya Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgisi ve yetkisi dahilinde gerçekleştiğinin tespit edilmesi gerekirdi. Daha önemlisi, sınır ötesi harekatı kararlaştırma ve bu konuda kuvvet kullanma yetkisine sahip olan organ Genelkurmay değil hükümet olduğundan “taslak”ın, Genelkurmay eğer böyle bir operasyona girişmişse bunun hükümet tarafından onaylanmış olduğunu, emir komuta yetkisi bakımından sadece Genelkurmay’a değil hükümete de bir sorumluluk düştüğünü not etmesi icap ederdi.

 

Öte yandan, Genelkurmay Başkanlığı, hangi spesifik istihbarata dayanarak operasyon düzenlendiği, operasyonu kimin düzenlediği, karar yetkisinin kimde olduğu, operasyonu kimin planladığı, vur emri yetkisini kimin kullandığı sorularına yanıt vermediyse komisyon başkanı bombardımanda bir kasıt değil hata olduğu sonucuna nasıl varıyor acaba? Bu bilgilerin yokluğunda bir kasıt olmadığını bu kesinlikte ileri sürmek bir bilgiyi değil, olsa olsa devleti temize çıkarma kastını ele verebilir.

 

Oysa, Heron görüntülerini izleyen herkes 34 kişinin öldüğü bombardımanın bir kaza olmadığını, hedef gözeterek ateş edildiğini, son derece kasıtlı, kararlı ve dakik bir biçimde daha önceden Heron tarafından lazerle işaretlenmiş hedeflerin vurulduğunu görebilirdi. Bu katliamda bir kastın mevcudiyeti apaçık ve çıplak bir hakikatti.

 

34 kişi saatlerce izlendikten sonra neye dayandığı bilinmeyen “aralarında gerillaların da olabileceği varsayımı”yla bir saat süren dört sortide ateş altına alınmıştır. Çok sayıda köylünün hayatlarını kaybetmesi pahasına var olduğu varsayılan “bazı” gerillaları ortadan kaldırma kastıyla sivil hedefler ateş altına alınmıştır. Başbakan’ın son günlerde “ölenlerin hepsinin sivil olduğunu nereden biliyorsunuz” diye sormaya başlaması, dilin ağrıyan dişi kurcalamasından başka bir şeye yorulabilir mi?

 

“Taslağın” medyaya yansıyan bölümlerinden anladığımız kadarıyla, bu raporla hayatlarını kaybeden, yakınlarını kaybeden, maddi manevi varlıklarını kaybeden köylülerin hukukunun savunulması değil, devletin kurtarılması, kutsanması, temize çıkarılması gayesi güdülüyor. Komisyonun kuruluş amacı bu değildi.

 

Taslaktan yansıyanlara göre, köylüler bir de “kaçakçılık yapmasalar öldürülmezlerdi” şeklinde  yargılanıyor. Yıllardır kaçakçılık suçlaması altında Roboskî halkının malları, katırları sürekli olarak müsadere ediliyor, kendileri gözaltına alınıyor. Ancak mevzuat başka bir şeye elvermediği için de kısa sürede serbest bırakılıyor, bu hayatı bu şekilde sürdürüyorlar. Bu hayatın gidişinde apansız bir kesinti, ölümle bir kesinti yaratmak için hangi spesifik istihbaratın söz konusu olduğunu sorduğumuzda Genelkurmay buna cevap vermiyorsa, o zaman köylüleri bu olayda kendi kusurlarının sonucuyla yüzleşmek zorunda olan bir kitle olarak göstermek de asla kabul edilemez.

 

Heron görüntülerinde saptanan kafilenin mahiyeti tam olarak araştırılmadan, bunların amaçları hakkında herhangi bir bilgi edinilmeden ve durmaları ihtar edilmeden gerçekleştirilen bu harekâtın gerisindeki aklın, çok büyük olasılıkla, topluluğun Kürt olduğunu, çok büyük olasılıkla gerilla olduğunu varsaydığı, ama şüpheyi sanık lehine yorumlamadan hüküm verdiği, dolayısıyla masum olması muhtemel bir insan topluluğunun imhasına “evet” dediği için bu sonucun planlı bir katliam olduğunu söyleyebiliriz.

 

Planlı katliamın nesnesinin gerilla mı köylü mü olduğu da bu noktada farketmez savaş yasaları öldürülenler gerilla da olsa, “dur” ihtarı yapılmasını gerektirirdi.

 

Soruşturmayı felce uğratan birincil etmen siyasi iradenin yokluğu, hatta iradenin soruşturmaya karşı işlemesidir diyebiliriz. Bülent Arınç’a yönelik suikast teşebbüsü ihbarı dolayısıyla Genelkurmay binası basılıp “kozmik oda”ya nasıl girildiyse, halka karşı bir teşebbüsle kalınmayıp gerçek bir suikast yapıldığında da pekala sert önlemler alınabilir ve durum ortaya hızla çıkartılabilirdi. Fakat böyle bir şey olmadı. İstisnai bir biçimde kan parasına zam yapılarak köylüler satın alınmaya çalışıldı. Arkasından, köylüler bu parayı almayarak direndiklerinde Başbakan bu sefer onları terörle ilişkilendirme tehdidiyle susturmaya çalıştı.

 

Tüm bu süreç boyunca Genelkurmay’ın sessizliğini koruması ve komisyona gerçek bilgileri aktarmaması, Başbakan’ın sürekli olarak Genelkurmay Başkanı’nı kollaması ve bu vahim olaydan ötürü üzüntü bile bildirmemesi bize bu iki makam arasında bu olayda bir ortaklık olduğunu, sorumlulukların ortak olduğunu düşündürüyor.

 

Angajman kuralları eğer 28-29 Aralık 2011 gecesi öncesinde değişmemişse aslında vur emrinin Genelkurmayı da aşarak Başbakan’dan gelmiş olduğuna dair çok kuvvetli bir şüphe var ortada. Ancak bunların bu şekilde değerlendirilmesi, sonuçlandırılması yönünde İnsan Hakları Alt Komisyonu çoğunluğu da yapıcı ve yaratıcı herhangi bir faaliyette bulunmadı. Sadece bekledi. Genelkurmay’dan gelen bilgilerin sahiciliğini araştırmaya girişmedi.

 

Katliam kararını verenlerin şu aşamada yargı önüne çıkacağına dair herhangi bir ümit yok. Çünkü Diyarbakır Özel Yetkili Askeri Mahkemesi savcılığı da şu ana kadar Genelkurmay yetkililerinin ifadelerini alabilmiş, olayda görevli pilotlar dışında hiç kimsenin adını ortaya çıkarabilmiş değil.

 

Bir sınır ötesi harekâtın mantığı onun kaçınılmaz olarak Başbakanlık’tan başlamasını gerektiriyor. Şu an için hükümetin beklentisi köylülerin yılarak itirazlarına son vermesi, böylelikle asıl katliamın hedefi, nesnesi olan insanlar susunca geri kalanlara da konuşmak için daha az meşruiyet kalacağını ummakla ilgili. Tabii ki bu böyle olmayacak bu mesele mantıki sonuçlarına varacak.

 

Eninde sonunda hedefi belirsiz de olsa Roboskî de sahnelenen bir katliamdır. “Her kim olursa olsun” denilerek verilmiş bir “vur” emri vardır. Bu emrin şu sebeple verildiğini tahmin edebiliriz: Bütün raporlara, askeri yetkililerin bize verdiği bilgilere bakıldığında, bu kafile içerisinde “Bahoz Erdal’ın da olabileceği” paranoyası, bu mesnetsiz kuşkunun yanı sıra, halka karşı sorumsuzluk, yani masumiyet karinesi hiçbir şekilde hesaba katılmayarak “tohumuna para mı saydık” fikriyle hareket edilmesi ve nihayet katliam sonrasında bunun her halükarda örtbas edileceğine dair inancı besleyen kibir bu paranoyayı bir katliama vardırmıştır.

“Taslak” bu hakikatin yanına bile yanaşmamaktadır.